80’li ve 90’lı yıllarının, genellikle çiğ mavi tonlarında olan Ford marka minibüsüne Aydın’dan binerek İncirliova’ya kadar normal sayılabilecek bir yolculuk yaparız.
Tozu dumana katarak, yoldaki bütün çukur ve kasislere girerek bizi yerden yere vura vura, İncirliova’dan Koçarlı minibüs durağına gitmek ayrı bir serüvendir.
Kafam bir dolmuşun camına çarpar bir anneme çarpar ve yolculuk mide bulantıları ile devam eder.
Cam kenarını kapıp oturmaktan başka seçeneğim yok. Minibüs dolu ise diğer müşterileri gözümle takip eder, cam kenarında oturanlardan birisi yolda indimi, ben de koşarak cam kenarındaki koltuğu kapardım.
Cam kenarına oturma ve uçma zamanı geldi...
İncirliova ve Güdüşlü arasında ki düz olan Koçarlı yolu uçmak için en ideal yerdir.
Dolmuşun camını açıp, hızla camdan belime kadar sarkmamla, annemin eteğimden tutması bir olurdu.
Rüzgârın suratıma çarpan kibar basısı ve kulağımdaki gürültülü sesi ile bir kolum dışarıda çığlığı basarım. Uçuyorum işte, kanat şar değil. Attığım çığlıkla birlikte bacağıma “Sus” tokadı gelirdi.
Koçarlı’ya kadar sadece camdan sarkıp, suratıma vuran saçlarımın acısını umursamadan uçmaya devam eder, Koçarlı’ya yaklaşınca bir daha çığlığı basar ve tokat gelmeden hızlıca yerime otururdum.
İncirliova’dan çıkılıp, Menderes köprüsünü geçtik mi dağları çam kokulu Koçarlı’mın yüksek mahallesi azıcık görünür.
Bir sürü puslu yeşil zeytin ağacı sıvanmış dağ arasına usulca sokulmuş mütevazı bir ilçe. Civar köylerin büyük ablasıdır Koçarlı.
Yeri ve konumu gereği civar ilçe ve köylerin geçiş yapıp, yatırım yapmadığı ama ekmeği yendiği, suyu içildiği, hürmetkâr büyük abladır Koçarlım.
Annaanemin her pazartesi günü gelip satımsattığı (ürün sattığı), anneme de çocukluğunda dünyanın en güzel ekmeği olan bazaremeği (normal fırın ekmeği) ve helva müjdesi veren günün adı da “Koçalıbazarı”. Nam-ı değer “Pazartesi”.
Annem ve yaşlı akrabalarım genellikle Pazartesi günlerini “Koçarlı Pazarı” günü diye anarak algılarlar, bu alışkanlıklarından hala vazgeçmediler.
* * *
Kızgın güneşin altında durakta müşteri beklemek için uzun süre kalmak ayrı bir eziyet. Küçük bir çocuğun uçarken yere çakılıvermesi işte bu.
Hangi yaşta olursak olalım hayal kırıklıklarımızın derinliği çocukluğumuzdaki ile aynıdır, dikkat edin o değişmemiştir.
Yetişkinlikteki üzüntü, acı, korku yani panik durumları şekil değiştirir ve paylaşıldıkça azalır. Ama hayal kırıklığı şekilsizdir, paylaşılamaz, derinliği değişmez. Bu yüzden hayal kırıklığı yaşamaktansa, üzüntü yaşamayı kolay bilirim. Büyük aklım ile üzüntüyü teselli edebiliyorum ama şekilsiz hayal kırıklığı ile baş edemiyorum.
Dolmuşun o bunaltıcı sıcağı içinde durakta beklerken, alışık olamama rağmen her seferinde o tanıdık sert ayak sesi bana ürkütücü gelirdi.
Şapkasının siperliği hep yan duran, siperliğinin üzerinde Milli PİYANGO yazılı şapkası ile Küçük Mehmet’in ayak sesi, paat paat diye yaklaşır. Ben anneme sokulurum.
Sigaradan sararmış, iki parmağı arasında sigara tuttuğu elini para istemek için minibüsün kapısından içeri uzatır; kendisi hiç girmezdi garibim. Şoförden güya değnekçi parasını aldı mı aynı ayak sesi ve elinde sigarası ile sessizce geri giderdi Küçük Memet. Küçük Memet de Koçarlı Minibüs Garajı’nın yakışığıydı.
* * *
Ralli pistlerini aratmayan virajları ile Koçarlı, Güdüşlü arasındaki köy yolunda seyrüseferimiz gene tozu dumana katarak başlar.
Bu sefer ki çaba, daracık virajlı yolda hızla ilerleyen dolmuş camından gene belime kadar sarkıp, kenardaki ağaç ya da kargıları tutup çekmek ya da dokunma çabası.
Kargının en ucundaki filizi yakalayıp çekebilirsem ondan düdük yapacağım. Bu yaptıklarım yüzünden bacağıma yediğim tokat sayısını siz düşünün.
O tokatları yediğime hiç pişman değilim; çocuk yaştayken hızla giden bir aracın camından sarkarak rüzgâra karşı çığlık atmanın keyfini bilir misiniz?
Ya da hızla giden araçtan, ellerinizi kanatmanıza rağmen, yakaladığınız kargıdan yaptığınız düdüğü çalmanın keyfini bilen var mı? O cırtlak, sinir bozucu sesi çıkarabilen, duyabilen var mı?
Peki bu hızda, bir erik dalı yakalayıp, elinizi kanatarak sıyırdığınız daldan, avucunuzda kalan yaprak ve erik yığınına üfleyip, altından hazine gibi parlayan erikleri o sıcakta şapur şupur yemenin tadını bilen var mı?
Laf aramızda, ben bunları hala yapıyorum... ve aynı keyfi alıyorum. Hiçbir zaman çok büyümeyin; zaman zaman heyecanınızı tetiklemesine muhtaç olduğunuz içinizdeki çocuktan da bahsetmiyorum, dışınızdaki çocuktan bahsediyorum.
Çocukluğunuzda sizi mutlu eden küçük kırıntılardan vazgeçmeyin. Mesela kargı gördüm mü düdük yapmadan duramam; dolmuşa bindiğimde hala cam kenarına oturur, rüzgârın yüzümü okşamasına izin veririm; limonlu dondurmadan asla vazgeçmem; anne kurabiyesi vazgeçilmezim; hala ağaçların en uç dallarına kadar tırmanıp, rüzgârın ağacı sallamasını bekliyorum, bekleyeceğim, rüzgâr esmeden ağaçtan hiç inmedim inmeyeceğim.
* * *
Eskiden çocuklar yani bizler daha mutluyduk, şimdiki çocuklar hiç mutlu değil diye bir bilgi geliştirdik.
Ben bu söze inanmıyorum. Şimdiki jenerasyonun mutluluk kaynağı ve sebepleri farklı, mutluluk hissi ve yoğunluğu aynı.
Biz çocukluğumuzda içimizde hissettiğimiz heyecanı şimdiki çocukların sevinç gösterisi ile dışa vurduklarını görmek istiyoruz.
Aslında çocuğumuzun mutluluğunu dışa vurmasını bekleyip, görerek bu mutluluk gösterisi ile görevimizi yapmanın tatminini yaşamak istiyoruz. Ama mutluluğun görülesi bir şey olmadığını unutuyoruz.
Şimdiki çocukların mutlu olmaları için oyuncaktan tutun da giysiye kadar birçok sebebi var ve sebep çok olduğu için, geçişler de çabuk oluyor. Bir de bu bilgiyi atlıyoruz.
En son bir markette şeker almak için parası yetmediğini fark ettiğim bir çocuğa “bu gün şekerin benden, günün çocuğu sensin” dediğimde ki yüz ifadesinde her ırktan, her renkten çocuk yüzleri duruyordu. Hatta bu eylemin çocuğa kattığı güzelliği gören bir kaç müşteri ile “şeker parasını ben vereceğim” yarışına girdik.
Üstelik birisi “En büyük şekeri al, ben alacağım”, bir başkası “Şeker dışında ne istiyorsan al, hepsini ben alıyorum” diyecek kadar coşkulu bir çekişme oldu.
“Şeker paranı ben vereceğim diye çocuğa önce ben dedim, bu yüzden şeker parasını ben vereceğim” diyerek bir çocukluk yaptım ve yarışı kazandım.
Benim için büyük ödül olan “gülümsemek” herkesin payına düştü; bu da ayrı bir ödüldü. Kasiyere ve çalışanlara kadar hepimiz çocuk olduk, gülümsüyorduk.
Kargıdan bir düdük, zor topladığınız birkaç erik, bir çocuğa şeker alma yarışı, bir araç camından çığlık atmak, ağaca tırmanmak, birkaç top limonlu dondurma sıkıntı içinde geçmekte olan berbat bir günün gidişatını değiştirmenizi sağlayabilir.
Bu kadar ucuza ve yaşınız kadar yıl, içinizde saklayacak kadar kıymetli mutluluk sebepleriniz mutlaka, ama mutlaka vardır. O kırıntıları bulun, günümüzün şartlarında buna mecbursunuz.
Hala çok sevdiğim bir elbiseyi saklıyorum ve özel bir günde giyecek olmanın çocuksu heyecanını yaşıyorum.
Sahte kuyruklu şeytan uçurtmalarım hala gökyüzünde çırpınıyor. Sıkıldım mı yürürken bile başımı gökyüzüne kaldırıp onları seyrediyorum...
Eminim sizin şeytan uçurtmalarınız da oralarda bir yerlerde uçuyordur. Lütfen her şeyi bırakıp biraz başınızı kaldırın ve onlara bakmak isteyin, isteyince inanın göreceksiniz
Sevgiyle kalın dostlar...
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.