Bu günlerde açılım bir moda gibi kapladı kafaları, duygu ve düşünceleri. Ermeni açılımı, Alevi açılımı, Kürt açılımı birbirini izliyor. Sınır kapıları açılıyor, açmak, açılmak nutukları atılıyor. Kimisi bu kadar açılmayı gereksiz ve tehlikeli görüyor kimisi de yetersiz bulup daha fazla açılmamız gerektiğini ileri sürüyor. Açılmak denince aklıma denize açılmak ve “açılma boğulursun” uyarısı geldi. Yüzme bilmezsek; Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan oluruz, yağmurdan kaçarken doluya tutuluruz!
Açmak, açılmak çok çeşitlidir. Yol açmak, konu açmak, kapı açmak, ağzını hayıra açmak, ağzı açık kalmak, açıkgöz, gözünü dört açmak, söz açmak, üstü açılmak, gözü açık gitmek, ağzını bıçak açmamak, havanın açılması, açık hava, açıkta kalmak...
El açmak dilenmek, kollarını açmak özlediklerini kucaklamaya hazırlanmak anlamına gelir. Öfkelenenler için “Açtı ağzını, yumdu gözünü” deriz. Dostlarımızı “Aç gözünü açarlar gözünü” diye uyarırız. Kızdığımız kişilere “Açtırma kutuyu, söyletme kötüyü” deriz. Yağmur çok yağıyorsa “Yağmur göz açtırmıyor” diye dert yanarız. Ders aldığımızı, gerçekleri görüp bir daha aynı hataya düşmeyeceğimizi “Maymun gözünü açtı” diye belirtiriz. Politikacılar açılış törenleri yapmaya bayılırlar. Allah gümüş kapıyı kapatırsa altın kapıyı açarmış. Yani umutsuz olmamak gerek. Namuslu ve dürüst olduğumuzu, kimseden çekinmediğimizi “alnım açık” diyerek duyururuz. Onuncu yıl marşında “Çıktık açık alınla her yılda her savaştan/ On milyon genç yarattık on yılda her yaştan” diye övünülüyor...
Ali Baba, Kırk Haramilerin mağarasını onlardan duyduğu “Açıl susam açıl!” sözüyle açar, yeteri kadar altın alarak mutlu olur ama hırslı, çıkarcı komşusu mağaradaki altınların hepsini de almak ister ve kapıyı açacak sihirli sözcüğü unutur, içerde kalır, haramilerin gazabına uğrar. Kapalı kapıları açmak isteyen politikacılara duyurulur!
Baki bir şiirinde şöyle seslenir sevdiğine:
“Esti nesim-i nevbahar açıldı güller subh-dem
Açsın bizim de gönlümüz saki medet sun cam-ı Cem”
Bir şarkıda, “Açılan gül gibi, gir kalbe gönül gibi” deniliyor. Kalbe nasıl mı girilecek; “Gönül kapım açıktır, sormadan gir içeri”...
Bir başka şarkıda ise âşık, sevgilisine “Açık bırak pencereni, örtme perdeyi bu gece/Sana yaptığım bu besteyi rüzgârlar getirebilsin” dileğinde bulunuyor.
Kimi kişiler açık saçık gezmeyi, göğsünü bağrını açarak dolaşmayı severler.
Bizde güzel kızların ün kazanması, gündeme oturması göğsünü, bacağını açmasıyla doğru orantılıdır. Modern olmayı sadece modaya uymak sanan kimi kadınlar yazın plajlarda bikini mayoyla ya da üstsüz dolaşırlar ama kışın maksi mantolar giyerler ve de etekleri açılınca hemen kapatırlar. “Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu” dedirtirler. Tutucular ise başı açık gezmeyi günah sayarlar, saçlarının görünmemesi için başlarını sımsıkı örterler. Bunların arasında öylelerine rastladım ki, bacakları ve saçları açılınca önce başlarını örtüyorlardı...
Trende iki kadın pencereyi açıp kapamak kavgası ediyorlarmış. Biri üşüdüğünü söyleyerek pencereyi kapıyor, diğeri ise içeriye temiz hava girsin diye açıyormuş.
O sırada oradan geçmekte olan biletçi gülmüş:
“Boşuna kavga ediyorsunuz. Pencerenin camı kırık zaten” demiş.
Politikacılarımızın açma kapama kavgasına bakıyorum da bu fıkra geliyor aklıma.
Bir kral kocaman bir demir kapı yaptırmış. Adamlarına birer anahtar vererek kapıyı açmalarını istemiş. Hepsi de, anahtarlarıyla kapıyı açmaya çalışmışlar ama bir türlü başaramamışlar. Saray çalışanlarından biri kapıyı itivermiş. Kapı ardına kadar açılmış.
Demek ki hüner anahtarda değil, kapıyı nasıl açacağını bilmekte. Kimi kapı onu kendimize çekmekle açılır, kimi kapı da elimizle geriye itmekle ya da yüklenmekle.
Açılsın sevgiye barışa uzanan yollar, boş kalmasın dostluğa açılan kollar...
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.