Ak Ova’ya gün doğdu (3)
KÖŞE YAZILARIGüdüşlü köyü yarı ova yarı dağdır. Büyük Menderes Nehri’nin terk ettiği bereketli topraklarında kuru çalı bile yeşerir, bu yüzden hayvancılık yapan aileler sürülerini otlatmak için yazın “Mendires gaşısına” yani Turanlar ve Sınırteke Ovası'na mevsimlik göç ederler.
<p>Dört çocuk, sürüyü dört koldan çevirip çoban damına vardığımızda kuşluk vakti sıcağı Mera’nın üzerine çöktü. Güneş’in tepeye varıp, ortalığı kasıp kavurmasına az kaldı.</p> <p>Hangi mevsim olduğu belli değil; Akça kırağısı karakış, sıcağı Ağustos. Bana göre de yaşadığım anın durumu; benim mevsimim. Yani değişken, yani dört mevsim her an benimle. Duygularını cesurca yaşayıp, yaşatabilen insan doğamın iklimi bu.</p> <p>İnsanın etinin üzerinde derisini kaynatan bir sıcak; hatta gözlerimizi bile açamıyoruz, sıcaktan yanıyor ve sulanıyor.</p> <p>Koyunlar sağıldıktan sonra, kuzuların kapısı açılır ve memelerinde kuzuları için bırakılan sütü emmeleri için annelerin yanına salıverilirler.</p> <p>Annelerini bulanlar ön ayaklarının üzerine çöküp, hala dolu ve pembe memelere, başlarını vurarak emmeye başlamışlar. Annelerini bulamayanlar ise sürünün etrafında meleyerek dört döner. Kuzusunun sesini duyan anne de cevap verir.</p> <p>Bu manzarada dikkatimi çeken şey; anne koyunların yavrularını bulmak için koşmamaları. Oldukları yerde durup sadece ses veriyorlar. Kuzular telaş ile meleyerek oradan oraya koşturuyorlar. Bu durumun bilimsel açıklamasını hep merak etmişimdir.</p> <p><strong>* * *</strong></p> <p>Müyesser halam Turanlar köyünün meşhur kırmızı, sakız gibi yapışkan çamuru ile sıvanmış geniş, kargıdan çardağın orta yerine hasır sermiş.</p> <p>Hasırın üstünde eskimiş kalbur kasnağına, parça kumaşlardan önce kaplanıp, orta hizasından çepeçevre fırfır geçirilerek süslenmiş kasnağı koymuş. Kasnak kaplamasındaki farklı kumaş parçaları, her biri kendi hikâyesini anlatmak için, rengi ve desenleri ile öne çıkma derdinde… İşte bu uyumsuzluğun renkli ve coşkulu yaman çelişkisi.</p> <p>Halam bizi görünce kasnağın üzerine sofra bezini serdi bekliyor. Paslanmaz üzerinde üstü buğulu gök süt, Güdüşlü dağlarının zeytini, tavuklarımızın yumurtasından tutun da taze peynire kadar sofrada. Gün doğumuna yetiştiğimiz çıkınımızdakilerin aynıları tekrar yerini almış.</p> <p>Dört çocuk, halam, eniştem bu toy düğün yeri gibi cafcaflı kahvaltı sinisinin iştahla keyfini çıkardıktan sonra işe koyulduk.</p> <p>Saat kaç mı oldu? Saat o gün ve ondan önceki günlerde olduğu gibi, Ak Ova’ya gün doğduktan sonra, her an ve hala rakamları olmadan devam ederek ilerlemekte.</p> <p>Mevsimlerim gibi, saatlerim de hala duygularıma bağımlı.</p> <p><strong>* * *</strong></p> <p>Dedim ya çocuk olmanız pek bir şey ifade etmiyor, hareket halindeki her şeyin bir vazifesi var.</p> <p>Irazca ile ben yani iki büyük çocuk, çalıdan yapılmış süpürgeleri elimize alıp, koyunlar sulanana kadar, koyun çardağı süpüreceğiz.</p> <p>Dünden kalan, bilye gibi küçük koyun pislikleri kurumuş kalmış. Süpürürken tozu havaya kalkıp, terimize yapışıp, cayır cayır etimizi bir de bu gübreli toz yakacak.</p> <p>* * *</p> <p>Güdüşlü köyü yarı ova yarı dağdır. Büyük Menderes Nehri’nin terk ettiği bereketli topraklarında kuru çalı bile yeşerir, bu yüzden hayvancılık yapan aileler sürülerini otlatmak için yazın <strong>“Mendires gaşısına”</strong> yani Turanlar ve Sınırteke Ovası’na mevsimlik göç ederler.</p> <p>Bazıları da orada yerleşik düzene geçer ve besili sürüleri, keçi tulumuna bastığı peynirleriyle ünlenir, bölgede adını eniştem gibi Çoban Veli diye andırır.</p> <p>Bazı zamanlarda göç etme gereği duyan küçük amcam o yıl kız kardeşine komşu gelmiş. Konar göçer yörük kültürü bizimkilerin yakasını neredeyse hiç bırakmadı.</p> <p><strong>* * *</strong></p> <p><strong>“İki an”</strong> yani iki tarla ötedeler; kıl kara çadır haşmetlice kurulmuş…</p> <p>Siyah kıl çadır tepesinden ve etek hizasından birçok urganla yere çakılmış. Urganların gerginliği uzaktan bile belli.</p> <p>En arkada dağını duman bürümüş Güdüşlü köyü, önündeki geniş ova; mesafesini Menderes Nehri’nin bilinen ucundan, bilinmeyen ucuna kadar, el ele verip yan yana dizilen Söğüt ağaçları ile kesmiş… Sanki Menderes Nehri çok yakında ve Güdüşlü köyü bir başka memleket kadar uzakta.</p> <p>Menderes’ten berisi kucağımıza kadar çakır dikenlikli sarı ova.</p> <p>Dumanının içine atalarımın köyü olan Kızılkaya ve Turluk’ları da almış, dağını duman bürümüş Güdüşlü, yönü itibari boz, buğulu yeşil zeytin ağaçlarının arasından biraz görünüyor; yeşil bereketli ovası ile Menderes Nehrine doğru akıverdi.</p> <p>Menderes’in el ele vermiş söğütlü manzarası beni kendime getirdi ve aramızdaki yakınlığı fark ediverdim. Yürüdükçe biz ve Menderes Nehri arasında, kıpır kıpır hareket eden bir deniz belirdi. Yerden insan boyu yukarıda sarı, parlak, kıpırtılı bir deniz.</p> <p>Küçük kapaklı yörük gözlerimi kısıp bakınca, sırasıyla dağı dumanlı Güdüşlü, Menderesin salkım söğütleri, havada asılı sarı denizin berisindeki kara çadırın önünde oturan, sekiz köşe kasketli Hüsamettin Amcamı gördüm.</p> <p>Çocuk ellerimde Irazca’nın küçük eli, çakır dikenlikli sarı ovada, ayaklarımıza diken bata bata sarı denize doğru yürüyoruz.</p> <p>Bu sefer hedef Ak Ova’ya doğan <strong>“güne bakanlara”</strong> doğru yürümek…</p> <p>Ve… doğa ile bir olup güne bakmak… <strong><em>(Devam edecek..)</em></strong></p> <p><strong>Sevgiyle kalın dostlar…</strong></p> <p><strong><a href="http://www.beklenengazete.com/">www.beklenengazete.com</a></strong></p>
İlginizi Çekebilir