0.542. 537 86 70

Yağmur yağarken…

Sizi bilmem ama ben hala yağmur yağdı mı şemsiyeyi kapar, sokağa çıkarım ve ıslanana kadar çocuk olurum. Ya da arabaya atlar dağlara çıkarım. Dostlarım bilir, yağmur benim sevdalımdır, dört gözle beklerim.

2020-10-10

Lambri denen ince bir tahta levha ve sağlamlaştırmak için oluklu çıtalar ile kare şekilleri verilerek çakılmış bir tavan. O tavandaki çıtaların hangisinde kaç çivi var, nereleri kırık ve çatlak bilirim. 

Ya bahçe tarafındaki pencereden vuran ayın şavkı evin içini aydınlatır ya da sobanın deliğinden tavana ateşten insanların şekilleri vururdu. 

Ya ateşten insanların saçtıkları alazın ışığı ya da ayın şavkı ile bende çıtaları yol bilip, şehir şehir gezerdim. 

O şehirlerin hiçbirisi de sizin bildiğiniz şehirler değildi. Tahta tavanlı ve sobalı evde yaşayan herkes o istikametleri bilir.
Unutmayın, hayal gücünüz sizi her yere götürür. Güçlüyseniz ve aklınıza güveniyorsanız o hayallerden birçoğunu gerçekleştirirsiniz ve kendi masalınızı yaşarsınız.

İnce tavanın üzerinde iki metrelik boşluktan ve kiremitlerden sonra gök kubbe her yerdedir. Yani aslında yıldızlar ile aranızda pek mesafe yok.

Yazın bahçede fesleğenlerin yanında yatarken ablamın parmağı ile ayı şekli çizerek gösterdiği Büyük Ayı ve Küçük Ayı yıldızlarını daha göremedim. Onlar anne ve çocuk mu, baba ve çocuk mu, bıyıklarına bakarak öğrenmeliyim. 

Bu gerçeği araştırmak çatı aralığı kadar yakın bir uzaklıkta olmasına rağmen, bir şey yapamamak çok üzücü. Ama o çocuk hayal gücüm durmadı, kışında seyahatler başladı. 

Sadece yazın gökyüzünde yıldızlardan resimler çizebilirsiniz ama kışın tavandaki çıtalar istikametinde, ateşten insanlar ya da ayın şavkı yardımı ile seyahatlere çıkabilirsiniz.

Şimdiki gibi üzerinizde betondan evler yok. Rüzgârın ve yağmurun sesini sıcak yorganın altından çatıya, cama, kapıya ve duvara dahi vurduğunu duyarsınız. Bana doğanın bir parçası olduğumuz dersini ilk veren tecrübem budur. Yağmura ve toprağa bir materyal mesafesi kadar uzak olduğumuz gerçeği!

Yağmur aradaki materyalin kalınlığı kadar uzaktır ve o materyal yardımı ile sizinle hikâyesini anlatır ya da melodiler fısıldar. Ama mutlaka anlatmak istediği bir şey vardır. Dinleyin!

Doğa sizin için piknik yapmak, temiz hava almak olmasın. Doğanın sesini dinleyin.

Otların üzerine yan yatın, böceklerin otların arasından yürüme çabasını izleyin. Kulağınızın dibinden geçen kanat seslerinin hızını farkedin. Su sesine odaklanın ve daha birçok ses beyninizde birleşecek.

En önemlisi, insanın da doğanın bir parçası olduğunu hep hatırlayın.

İnsanları da duyarken, dinleyin. Dinleyin ki anlayabilesiniz!

YAĞMUR BİR ŞEY Mİ SÖYLÜYOR?

Yağmurun ilişiği önce çatı ile başlar, bir oraya vurur bir buraya.. Kilometrelerce yükseklikten düşen damlacıklar kiremitlere taş atılmışçasına ses çıkarır.

Ardından kuru topraktan düşen tok sesler gelir, toprak öfkelidir. Ve yakın olduğundan ses daha fazladır, patırtılara dönüşür.

Beton biriktirmeden ses vermez. Kadın gibi. Ardından şımarık bir kadın kavgası başlar, beton dolmuştur artık. Şakırtılar kızılca kıyameti koparır.

Ağaçlaarr! Erik ağacının dalları kalın, yaprakları sıkça, endamı geniş olduğundan ses her yerinden gelir, kıvrak belli çengiler gibidir. Diğer seslerin ardından bir haşırtı koparır. 

En hanımefendi ağaç yaprağı sesi, mandalinada gizlidir. Yaprağı kalın ve geniştir, tane tane gelir sesi, alttan bir hanımefendi selamı gönderir. Bu sesler bulundukları mesafelere göre de sıralama getirir.

Asıl eğlence yeni başlayacaktır. Bahçede kova, leğen, sandalye v.s. ne varsa her birinden ayrı ses çıkar ve bütün ahengi bozar, sanki seyirciler arasında kavga çıkmıştır. 

Eşya sesleri seyirci kavgasına dönüşünce çocuk kikirdemelerim duyulmasın diye yorganı tepemden aşırdığımı hatırlarım. 

Tavanda ateşten insanlar, Ay’ın şavkı, kömür kokusu ve hatta sobadan gelen ateş sesi, anne babanın koynundaki ılıklık.

Ve biz uykudayken doğanın yaşam kavgası. Bu sesleri ayırt etmeye çalışırken çocuk gözlerim uykuya dalar.

Ben bu masalı ilk kez oğluma anlattım, 4 ya da 5 aylıktı.

Annemin evinde camın önündeki her zamanki yattığım yere yattım, yağmur yağıyordu. 

Saçaktan akan bir damla, sürekli aynı yere düştüğü için sert bir zemin oluşturmuş ve değişik bir ses çıkardı. Ben o sesi hiç sevmedim, yok edemedim. 

Sanırım zaten suç damla sesinde değil, artık yaşamın bana dayattıklarındaydı.

Ben de diğer yarıma, oğluma sarılıp yukarıdaki masalımı anlatmaya çalıştım, bu kez iki çocuk kikirdeyerek uyuyakaldık. 

Ses hep oradaydı ama ben bir daha duymadım. Diğer yarım her zaman olacağı gibi o günden sonra bendeki bu zor sesi susturdu.

Hala geceler ile iyi anlaşırım hayaller, kitaplar, müzikler ve yazılar, yıldızlar, ayın üzerindeki şekiller ve gece sesleri bana hep eşlik eder.

Yazın serin tahta divanın altında, kışın sobanın ardında olan kallavi öğle uykularım da devam etmekte.

SOKAKALAR

Sizi bilmem ama ben hala yağmur yağdı mı şemsiyeyi kapar, sokağa çıkarım ve ıslanana kadar çocuk olurum. 

Ya da arabaya atlar dağlara çıkarım. Dostlarım bilir, yağmur benim sevdalımdır, dört gözle beklerim.

Toprak yollardaki su birikintilerindeki yağmur damlalarının harelerini izlediniz mi hiç? 

Bulundukları mahalle gibi çabuk tükenir ama altındaki taşa, kuma verdiği dalga desenini hiçbir şeyde göremezsiniz. 

Fakir mahalle insanları gibi imkânı dar, yarattıkları muhteşemdir.

CAN YÜCEL’in BAĞLANMAYACAKSIN adlı şiiri benim akıllarımdan biridir. 

O şiirden cesaret alarak ben yağmurları sahiplendim.

Ve yağmurlar benim dostlar, sorumluluğum büyük ve derin. 

Yağmuru hakkı ile yaşamak boynumun borcu.

Bu yağmur aşkı beni çok uzaklara götürdü ve evet! Bulutları takip ettim. 

Bulutun, yağmurun, ıslaklığın bitip kuru yerin başladığı çizgiyi buldum. 

Bir yanım yaş, bir yanım kuru olarak şaşkın bir şekilde Karadeniz’i seyrettim ve dinledim, çocuklar gibi de şendim!

Bulutu da yendim!

Sevgiyle kalın dostlar…

Sepetim