0.542. 537 86 70

Kahramanmaraş olayları… (1)

Usta Gazeteci Atilla Dağıstanlı 41 yıl önceki “Kahramanmaraş olaylarını” yazdı.

2019-12-01

Dağıstanlı, sosyal medya hesabından yazdığı yazı ile hatıralarını aktarırken, Kahramanmaraş olaylarının duruşmalarını takip etmesi için Adana’ya gönderildiğini ve yaşadıklarını kaleme aldı.

İŞTE USTA GAZETECİ ATİLLA DAĞISTANLI’NIN

“BEN BU FİLMİ 41 YIL ÖNCE GÖRMÜŞTÜM” BAŞLIKLI..

KAHRAMANMARAŞ OLAYLARI… (1)

Cumhuriyet’te çalışıyordum.

Trakya Bölgesi’nde ayçiçek yağı ile ilgili yaptığım araştırmadan yeni dönmüştüm.

Ayağımın tozu, üstümün başımın kiriyle gazeteye gelmiş arkadaşlarım, Şükran Soner, Reha Öz ve Yalçın Peşken ayaküstü sohbet ediyorduk.

Yazıişleri müdürlerinin olduğu odadan Orhan Erinç ağabeyim seslendi.

- Atilla!

- Efendim abi.

- Hazırlan, Adana’ya gidiyorsun.

- Görevim nedir Orhan abi?

- Kahramanmaraş olaylarının duruşmalarını izleyecek, araştırma yapacaksın.

Canım sıkılmıştı, evimden, eşimden oğlumdan neredeyse 10 gün ayrı kalmıştım. “Bari bir hafta sonra…” diye düşünürken içimden bir başka ses, “olaylar senin keyfini mi bekleyecek, hadi bakalım düş yollara” dedi.

Orhan abimin yanından ayrılırken arkamdan seslendi.

- Basın kartını bırak uçak bileti alınacak.

Olur abi derken bu kez içimi bir başka korku sardı…

THY’nın grevi yeni bitmişti, uçaklar seferlere yeni başlamıştı.

Şükran Soner’in, Reha Öz’ün, Yalçın Pekşen’in ve benim masalarımız bir aradaydı.

Yalçın’ın yanına gittim.

- Yalçın uçakların durumu nasıl?

- Ne gibi?

- Yalçın ben yarın Adana’ya uçacağım, hani durumları nasıl, onu soruyorum…

- Valla Atilla ben o teknik kısımlardan anlamam; ama bakımları sürekli yapılıyor.

Biz Yalçın’la konuşurken yanımıza Reha geldi, durumu ona da anlattık.

Reha, beni yüreklendirmek için,

- Ati, bakımları yapılmadan uçurmazlar, o kadar da çekinme canım…

Biz uçakları düşünürken,

- Ya otobüsle gitsem nasıl olur diye, onlara sordum.

Reha ve Yalçın daha ağızlarını açmadan Orhan Erinç ağabeyimiz yanımızda belirdi.

Orhan abiye, uçakların yeni uçmaya başladıklarını, bu nedenle otobüsle Adana’ya gitmek istediğimi söyledim.

Orhan abi sordu:

- İstanbul-Adana arası otobüsle kaç saat sürüyor?

- Abi yaklaşık,16-17 saat,

- Yani 16 saat içinde bilmem kaç kez ölüm tehlikesini yaşamak, uçaklar öyle mi her şey bir kerede olup bitiyor.

Orhan abimizin verdiği bu moralle (!) anında çil yavrusu gibi dağıldık.

* * *

Uçak Adana Havaalanına inerken Orhan abinin sözlerini düşünüyor hem de izleyeceğim duruşmaların, yapacağım araştırmaların planını yapıyordum.

Adana Atatürk Spor Salonu’nun çatısı, kapıları, stratejik kısımları sınır boyundaki askeri kışla görünümündeydi.

Çatıda makineli tüfek yuvaları, nöbet kulübelerinin önünde kum torbalarından yapılmış siperlerle takviye edilmişti.

Çukurova Gazeteciler Cemiyeti üyesi meslektaşlarımla birlikte kartlarımızı göstererek salona girdik.

Mahkeme heyeti salonun sol başındaydı. Spor alanının geri kalan kısmında arka arkaya sıralanmış sandalyeler vardı.

Sanıklardan bazıları bu sandalyelerde bazıları da bağdaş kurmuş yerde oturuyorlardı. Bir de ses düzeni kurulmuştu.

Kendimi bu manzaraya alıştırmaya çalışırken, kapının girişinin neden kışla düzeni içinde olduğunu daha iyi anlamıştım. Hele duruşmalar sırasında bazı sanıkların mahkeme heyetine meydan okurcasına davranışlar içinde bulunmaları olası bir tehlikeni haber vericisi gibiydi.

Çok geçmeden ilk olayı yaşadım.

Sanırım öğle ezanı okunuyordu, yerde bağdaş kurmuş oturan sanıklar topluca ayağa kalktılar, altlarındaki kilim ya da benzeri yollukları yan yana serip camii düzeni içinde namaz kılmaya başladılar. Oysa duruşma sürüyordu. Sonra duruşmalara ara verildi.

Yarın: Duruşmaların seyir defteri...

Sepetim