0.542. 537 86 70

Avukat Kılıçarslan, İstanbul Sözleşmesi’nin önemini anlattı..

Avukat Emre Kılıçarslan: “İstanbul Sözleşmesi, şiddetle mücadelede bağımsız bir izleme mekanizması bulunan ve yaptırım gücü olan bağlayıcı metindir..”

2021-03-23

Kamuoyunda İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen ve 8 Mart 2012’de yürürlüğe giren “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi”nin Resmi Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararı ile feshedilmesinin ardından Avukat Emre Kılıçarslan ile sözleşmenin önemini konuştuk.

Türkiye ev sahipliğinde ilk imzacı olarak yer alınan “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” (İstanbul Sözleşmesi), 8 Mart 2012’de yürürlüğe girmişti. Sözleşme Cumhurbaşkanı kararı ile Türkiye açısından feshedildi.

İlgili kararda, “Türkiye Cumhuriyeti adına 11 Mayıs 2011 tarihinde imzalanan ve 10 Şubat 2012 tarihli ve 2012/2816 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile onaylanan Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin Türkiye Cumhuriyeti bakımından feshedilmesine, 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 3. maddesi gereğince karar verilmiştir” denildi.

“Önemli olan iç hukuktaki yaptırımların etkin olarak uygulanmasıdır”

Avrupa Konseyi üyesi ülkelerde kadına yönelik şiddeti önleme amaçlı hayata geçirilen sözleşmenin, içeriği ve önemi hakkında bilgi veren Avukat Emre Kılıçarslan, “Önemli olan iç hukuktaki yaptırımların etkin olarak uygulanmasıdır, dolayısıyla sözleşmeden çekilip çekilmek değil, bunların uygulanması önemli” dedi.

İstanbul Sözleşmesi’nin önemi

8 Mart 2012’de, 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun, 1 Ağustos 2014’te ise Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin (İstanbul Sözleşmesi) yürürlüğe girdiğini belirten Kılıçarslan, sözleşmenin önemine ilişkin, “İstanbul Sözleşmesi, uluslararası hukukta, şiddetin kadın erkek eşitsizliğinin ve kadınlara karşı yapılan ayrımcılığın bir sonucu olduğunun vurgulandığı ilk sözleşmedir. İstanbul Sözleşmesi, fiziksel, cinsel, ekonomik ve duygusal her tür şiddetle mücadele konusunda ‘Önleme, Koruma, Kovuşturma ve Destek Politikalarından’ oluşan dört temel yaklaşım içeren ilk sözleşmedir. Bu uluslararası metin aynı zamanda şiddetle mücadelede bağımsız bir izleme mekanizması bulunan ve yaptırım gücü olan bağlayıcı metindir” şeklinde açıklama yaptı.

Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekildiğini ancak sözleşmeyi referans alarak yürürlüğe giren 6284 sayılı kanunun hala yürürlükte olduğunu ifade eden Kılıçarslan, bu kanunun akıbetinin belirsiz olduğunu söyledi.

Sözleşmenin içeriği

Sözleşmenin 3. maddesinin 4. bendinde yer alan ifadelerin Türkiye’de pek çok kesimde tartışmalara neden olduğunu söyleyen Kılıçarslan, madde kapsamında cinsel yönelimin de sayılmasının eşcinselliği teşvik edici nitelikte yorumlandığını anımsatarak, sözleşmenin içeriğine ilişkin şu bilgileri verdi:

“Sözleşmenin amacı, kadınları her türlü şiddete karşı korumak ve kadına karşı şiddeti ve aile içi şiddeti önlemek, kovuşturmak ve ortadan kaldırmak. Aynı zamanda kadına karşı her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına katkıda bulunarak, kadınları güçlendirmek, eşitliği yaygınlaştırmak, mağdurları korumak onlara yardımcı olmak ve bu anlamda çeşitli politikalar geliştirerek, tedbirler almak. Bu sözleşmeyle beraber Avrupa Konseyi üyesi ülkelerce uluslararası işbirliğinin yaygınlaştırılması, bütüncül bir yaklaşımın benimsenmesi için kuruluşların ortak hareket etmesini sağlamak hedefleniyor. Sözleşmeye taraf olan ülkeler, aile içi şiddet de dahil olmak üzere kadınları orantısız biçimde etkileyen, kadına karşı her türlü şiddet için sözleşmenin hükümlerinin uygulanmasına teşvik ediyor. Sözleşme hükümlerinde, tarafların, hükümlerin uygulanmasında toplumsal şiddete dayalı şiddetin kadın mağdurlarına özel olarak dikkat gösterecekleri, bu sözleşmenin barış zamanında ve silahlı çatışma durumlarında geçerli olacağı belirtiliyor. Yine tarafların, bu sözleşme hükümlerinin, özellikle de mağdurların haklarını korumaya yönelik tedbirlerin, cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya başka tür görüş, ulusal veya sosyal köken, bir ulusal azınlıkla bağlantılı olma, mülk, doğum, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği, sağlık durumu, engellilik, medeni hal, göçmen veya mülteci statüsü veya başka bir statü gibi, herhangi bir temele dayalı olarak ayrımcılık yapılmaksızın uygulanmasını temin edeceklerine dikkat çekiliyor. Bu maddelerin yanı sıra ayrıca tarafların, sözleşme kapsamındaki her türlü şiddetin önlenmesi ve mücadele edilmesine yönelik tüm tedbirleri içeren devlet çapında etkili, kapsamlı ve birbiriyle koordineli politikaların benimsenip uygulanmasını, gerekli yasal ve diğer tedbirlerin alınması ile kadına karşı şiddete karşı bütüncül bir karşılığın verilmesinin temini de yer almaktadır.”

“Kadına yönelik şiddet tek yönlü değil”

Kadına yönelik şiddet vakalarının dünyanın pek çok yerinde artış gösterdiğini ancak bunun insan hakları ihlali olduğunun altını çizen Kılıçarslan, ulusal ve uluslararası çalışmaların aile içi ve cinsel şiddetin bütün toplumlarda yaygın olduğunu ortaya koyduğunu, her yıl pek çok kadının korktuğu için yahut sesini duyuramadığı için hayatını kaybettiğini söyledi.

Kılıçarslan Dünya üzerinde kadına yönelik şiddettin sebeplerine ve önlenmesine dair ciddi çalışmalar yapıldığını ifade ederken, “Kadına yönelik şiddet deyince aklımıza, aile üyelerinden ya da partnerlerinden fiziksel şiddet gören kadınlar geliyor. Oysa kadına yönelik şiddet yalnızca fiziksel boyutuyla değil, cinsel, psikolojik, ekonomik yönleriyle de ele alınmalıdır. Kadınlar sadece aile içinde değil sosyal yaşamlarının her aşamasında bu şiddet türlerinden birine maruz kalıyor. Bunu önlemek için de eğitimli bir toplum yaratmak ve yaptırım gücü yüksek hukuki normlar ortaya koymak gerekiyor” dedi.

“Kadınları toplumsal yaşamın merkezine koymalıyız”

Kadınların sosyal hayatta daha etkin şekilde varlık göstermesinin şiddeti engellemek kadar önemli olduğunu vurgulayan Kılıçarslan, bu anlamda sivil toplum örgütlerine de büyük görevler düştüğünü söyledi.

Kılıçarslan, şiddeti sonlandırmanın ayrımcılığın önlenmesine bağlı olduğunu belirterek, “Kadınların katacağı değere, yaşamın her alanında ihtiyacımız var. Bu nedenle hem iş hem de sivil toplum kanadı yönetimlerinin en az yarısını kadınlardan oluşturmalıdır. Kadınları toplumsal yaşamın merkezine koymalıyız” diye konuştu.

Avukat Kılıçarslan, şiddeti sonlandırmanın ayrımcılığı sonlandırmaya bağlı olduğuna ayrıca vurgu yaptı.

Naz Akman - Ankara

Sepetim