0.542. 537 86 70

Ak Ova’ya gün doğdu.. (2)

İnsanoğlu menfaati için, isteyince hayvanlar ile iletişim kurmayı başaran çıkarcı canlılardır. Ama çıkar muhatabı insan insana olunca, aynı dilde bile iletişim kuramayabiliyor. Hatta saldırıyor!

2021-01-26

Dönüş başlamış…

Yolun yarısında Yakup Abi’min melodili ıslığı ve kalın tok sesli ya da ince zil sesinde koyun çanları duyulmaya başladı. Biraz daha ilerledikçe çan seslerine koyun melemeleri de karışıyor.

Güneş toprakla halvet olma derdinde. Güneşin sıcak, Akçakırağı’nın soğuk karakterleri birleşip, inceden bir pus doğurmuşlar ve ayakaltından dağılma telaşındalar.

Yürüdükçe ova genişliyor…

Mavi göğe anca bir insan boyu asılmış güneş göğsünü gere gere endamını göstermekte. Topraktan kaynayarak yükselen bir görüntü ile ısı, içine çobanı ve koyunların görüntüsünü de almış, dalgalanır gibi geliyorlar.

Güneş haşmetli; çocuk kollarımı sonuna kadar açıp gösterebileceğimden daha da büyük. Dördümüz çocuk kollarımızı açıp el ele tutuşsak da güneş bizden büyük.

Olsun; biz gene de bu kadar büyük güneşe yürüyecek, bir de saklanıp doğumunu seyredecek kadar yürekliyiz. Biz güneşin doğum kızılını, ateş turuncusunu yüzümüze sürdüren çocuklarız.

* * *

Kepeneği omzundan aşırmış Yakup Abim elinde sopası, dilinde ıslıktan melodileri koyun sürüsünün yanında; bana göre bazen sohbet edip, bazen de koyunların dağılıyor olmasının tartışmasını yaparak geliyorlar.

Güneşin endamı ne Çoban Yakup’un uykulu gözlerinin ne de sütten doldukça gerginleşip damarları belirginleşen pembe memeli koyunların umurunda.

Koyunlar dama yaklaşıp kuzularının sesini duydukça ot yemeyi bırakıp, aceleyle başlarını kaldırıp, damda emzirmek için bekledikleri kuzularına meleyerek seslenmeye başladılar.

Gün onlara da başladı, her canlının ve hareketlinin vazifesi, telaşı kendine; doğamızın adaleti, politikası bu.

Güneş, çoban ve koyunlar; kimsenin gücü kimseyi ilgilendirmiyor, hepsi olanı yaşıyor, ama hakkıyla! Yani patron, yaşamın ta kendisi.

* * *

Çoban, lisanını ıslığa dökmüş, koyunlara yanık yanık kâh türkü çağırmakta, kâh yön vermekte.
Islık bazen bir çağrı, yanık bir türkü bazen de erkeğin bir kadının dikkatini çekmesinin yolu olabiliyor. Amaç iletişimse bu sevimli ifade şekli, yerinde ve zamanında çok şık ya da sevimli durabiliyor.

Yakup Abi’min kümeste, duvar diplerinde, harımda Irazca ile beni ya da ikizlere nöbet tutturarak, sevdiğiyle buluşmak için, sevdalısını çağırdığı minik ıslık sesleri gibi.

Ne sevdiğini alabildi ne de bir daha sevebildi Çoban Yakup. O, o zehirli sarmaşık Aşika’nın öldürmeden bırakmadığı aşıklardan.

* * *

İnsanoğlu menfaati için, isteyince hayvanlar ile iletişim kurmayı başaran çıkarcı canlılardır.

Ama çıkar muhatabı insan insana olunca, aynı dilde bile iletişim kuramayabiliyor. Hatta saldırıyor!
Böyle bir dünya da yaşamını idame ettirmek için birbirlerine muhtaç olan iki canlı türünün, ıslıkla iletişim kurması benim içim masalsı bir gerçek.

Ayrıca bir tarafın iş gücü, diğer tarafın sütü ve yünü karşılığındaki ilkel, doğal alışverişi; doğanın gerçek politikası.

Bu politika basit ve medeni bir sistemin var olduğunun en güzel delili. Ama insanoğlunun hiyerarşisi ve alışveriş zinciri kısıtlı olduğu için, bu sistemi benimsemesi zor oluyor.

İnsanoğlunun alışverişi her defasında bir öncekinden daha karlı olmalı…

Değilse; yeni ve farklı bir pazar oluşturur ve bu böyle sürer gider. Bu pazarın kalem ile kâğıda dökülmüş her alandaki adı siyaset, uygulanma adı ise politikadır.

Evlilikler ve ilişkilerde bile versiyonları kullanılır.
 
* * *

Kabul edeceğimiz üzere var olan hemen hemen her şeyin bir dokusu ve kokusu var…

Basmadan, yamalı ekmek çıkınlarının bile ekmek ve yemek kokusunu dokusuna sindirdiği, serin ve kırsal kokusunda olduğu gibi. Müyesser Hala’mın ekmek çıkınları nohut mayalı köy ekmeğinin serin kokusunu almıştı.

Pembe çiçekli dokusu yıkanmaktan kaybolmuş, yamalı basma ekmek çıkınının ve bütün çıkınların amacı var…

Amacından oluşan kutsallık nedeni ile işi bitince dürülerek ayak hizasından yükseğe konulurlar.
Bunun altında insanın toprak anaya ve onun yaşam için verdiklerinin gücüne saygısı ve minneti yatar.

* * *

Bizim çıkınımızda da nohut mayalı ev ekmeği, kahverengi ineklerin tereyağı ve keçi derisine basılmış iri ve sık gözlü tulum peynirimiz var.

Çoban Yakup birkaç lokma alıp, çoban damına kalan uzun yoluna devam edecek. Keklik kanı gibi sıcak demli bir çay içtikten sonra göz kapakları yorgunlukla kapanacak.
Biz çıkınımızdakileri yiyip, sürüyü dama getireceğiz.

Dizlerimizin üzerine oturup dışı solmuş, pembe çiçekleri ile baharının geçtiğini haber veren, içi düz astardan olan ekmek çıkınımızı açtık ve dört büyük dilim ekmek sırası ile yan yatıverdi.

Kalaylı bakır tabakta üzerinde, basıldığı tulumun keçi kılları hala duran iri gözlü tulum peynirimiz ve kavanozda babamın arılarının Paşa Yaylası’ndan topladığı balımız var. Kahverengi ineklerin, sarı tereyağı gene bakır tabakta ve kenarda kalmış.

Çocuk ellerimizden çok çok büyük ekmek dilimlerimizin üzerine önce tereyağı ve bal sürdük.

İri ve sık gözlerinde yağından ağır ağır akan sarı peynir suyu dolu olan peynirimiz bir elimizde; kaymaklı, ballı ekmeğimiz diğer elimizde. Dişlerimizin arasına inci tanesi gibi ekmek mayasının nohutları.

Nohut mayalı ekmeğin genzimize sıvanarak geçip, dimağımızda hissettiğimizde gözlerimizi kapattıran sevdası ile tereyağın süt kokulu serin tadı birbirini tamamladı. Ağzımıza atmadan önce sert aroması ve arkalardan gelen keçi kokusu ile baskın karakterli tulum peyniri sanki “patron benim” diyor.

Ve damağın üst tarafından Paşa yaylasının yazdan kalma Hayıt kokusuna bulanmış balı sesleniyor…

Tatlının ve tuzlunun bir araya geldiğinde yaratabileceği, mucizevi lezzeti…

Yani, yaşamın…

Yani tatlının ve tuzlunun yaman çelişkisi.

* * *

Bu lezzetler artık ender olarak bir araya gelebiliyor. O zaman Kariye halamın ayağımdaki izleri, Müyesser halamın ekmek çıkınının kokusu, nemli mera kokusu, doğarken ortalığı kızıla boyayan güneşin anısı boğazımda düğümlenir. Yalnızsam iki damla gözyaşım akıverir.

Ardımızda parlak güneş, sarı ve nemli otlardan yumuşak zemin, koyunlar ve çan sesleri ile dört çocuk…
İki büyükler ben ve Irazca, ikizler Nuran ve Turan.

Ve…

Çocuklar, güneş ve meradan oluşan bu hazineyi sarıp sarmalayan çıkının kokusunu varın siz düşünün.

* * *

Sıcaklığının buğusu ile üzerindeki ince tabaka yağı dalgalanan, beyazlığının içindeki sarı yağdan gök renli süt ve Güdüşlü dağlarının iri çekirdekli, yağlı zeytini çoban damındaki kahvaltımızda olacak.

Bal bizim, iri ve sarıgözlü peynir bizim…

Ekmek ve hatta mayası bizim…

Gök süt, üzerindeki buğu, ondan olan kaymak bizim…

Zeytin ve onu koruyan yağ bizim…

Bunları veren canlılar, bakan, besleyen çoban bizim…

Güdüşlü’nün zeytin veren dağları, Turanlar merası, bataklıklı Menderes bizim…

Emek bizim, aş bizim!

Gökyüzünü siyah tüller gibi kaplayan, Menderes’in kan emmeye gelen bataklık sinekleri güneş doğunda elbette çekilmeye mecbur kalacak. (Devam edecek..)

Sevgiyle kalın dostlar…

www.beklenengazete.com

Sepetim